derin sistemik kriz


🌍 Derin Sistemik Kriz: Gıdanın ve Geleceğin Kuşatılması

İklim değişikliği, yoksulluk, eşitsizlik ve gıda spekülasyonu… Bunların her biri ayrı bir kriz gibi görünse de, aslında aynı sistemin farklı yüzleri. La Via Campesina (LVC) bu tabloyu “derin sistemik kriz” olarak tanımlıyor. Çünkü sorun sadece çevresel değil, ekonomik, toplumsal ve siyasal temelleriyle bir bütün halinde işliyor.

Tohumdan Toprağa: Gıdanın Ele Geçirilmesi

Bugün dünya gıda sisteminin kaderi, birkaç çok uluslu şirketin elinde. Bayer-Monsanto, Syngenta, Corteva ve BASF gibi agrokimya devleri tohumdan gübreye, tarım ilacından veri teknolojilerine kadar üretim zincirinin her halkasında kontrol kurmuş durumda.

Bu şirketler, “yüksek verim” vaadiyle patentli tohumları çiftçilere dayatıyor. Ancak bu tohumlar her yıl yeniden alınmak zorunda, çünkü çiftçinin kendi ürününden tohum ayırıp yeniden ekmesine yasal engeller konuyor. Yani binlerce yıllık tarımsal bilgi, yerel üretim geleneği ve tohum özgürlüğü, patent duvarlarının ardına hapsediliyor.

Toprak Gaspı ve Endüstriyel Tarımın Yıkımı

Afrika, Asya ve Latin Amerika’da milyonlarca hektarlık verimli toprak, yatırım fonları ve tarım tekelleri tarafından “küresel gıda güvenliği” bahanesiyle satın alınıyor. Bu toprak gaspı, yerel halkı üretim alanlarından koparıyor.
Örneğin Etiyopya’da binlerce köylü, Hindistanlı bir şirketin aldığı geniş tarım arazilerinden zorla çıkarıldı. Üretilen mısır ve soya, yerel pazara değil Avrupa’daki hayvancılık sanayine ihraç ediliyor. Açlıkla boğuşan halk, kendi toprağında üretilen gıdaya ulaşamıyor.

Benzer bir tablo Latin Amerika’da da yaşanıyor. Brezilya’nın Cerrado bölgesinde soya üretimi için ormanlar yakılırken, yerli halklar yaşam alanlarını kaybediyor. Devasa monokültür alanları, kimyasal girdilerle ekolojik dengeyi bozuyor, su kaynaklarını kirletiyor.

Türkiye’den Görüntüler: Zeytinlikten Mısır Tarlasına

Bu tablo bize uzak değil. Türkiye’de de endüstriyel tarımın gölgesi hızla büyüyor.

📍 Trakya’da ayçiçeği ve buğday üreticileri, çok uluslu tohum şirketlerinin kuşatması altında. Patentli tohumlar ve ithal gübreler olmadan üretim yapmak neredeyse imkânsız hale geldi. Yerli tohumlar “verimsiz” denilerek gözden düşürülüyor, köylü tohum saklarsa cezalandırılma riskiyle karşı karşıya kalıyor.

📍 Ege’de, özellikle Aydın ve Muğla hattında zeytinlikler enerji yatırımlarına açılıyor. Maden, jeotermal ve enerji projeleri “kalkınma” adı altında binlerce yıllık zeytin ağaçlarını yok ediyor. Bu sadece doğanın değil, kültürün, emeğin ve geçim kaynaklarının da yıkımı.

📍 Konya Ovası’nda, endüstriyel sulama ve monokültür (özellikle mısır ve pancar) tarımı yüzünden yer altı suları çekiliyor, obruklar oluşuyor. Gıda üretimi “verimlilik” adına ekosistemi çökertiyor.

📍 Güneydoğu’da, özellikle Mardin ve Urfa hattında tarım artık yerel değil, ihracat odaklı hale getiriliyor. Pamuk ve buğday dışındaki ürünler geriliyor. Kadın emeği görünmezleşiyor, köylü tarımdan uzaklaşıyor.

Gıda Spekülasyonu ve Açlık Ekonomisi

Küresel tarım piyasası artık sadece üretim değil, finansal bir oyun alanı. Tahıl ve yağlı tohum fiyatları, borsalarda kâğıt üzerinde alınıp satılıyor. 2022’de Ukrayna savaşı sonrası buğday fiyatları yüzde 50’den fazla arttı; ama üretici çiftçi bundan hiçbir pay alamadı. Spekülatörler kazandı, yoksul halk aç kaldı.

Türkiye’de de benzer bir tablo var. Un ve ekmek fiyatları küresel borsa hareketlerine bağlı olarak değişiyor. Tarım ürünleri depolarda bekletiliyor, fiyat yükselince piyasaya sürülüyor. Bu, açık bir gıda spekülasyonu biçimi.

Yerel Ekonominin Çöküşü

Endüstriyel gıda sisteminin bir diğer sonucu, yerel ekonomilerin yok olması. Her köyde var olan küçük değirmenler, fırınlar, yerel pazarlar birer birer ortadan kalkıyor. Tarım artık geçimlik değil, şirketleşmiş bir sanayi dalı. Bu, hem kırsal göçü hızlandırıyor hem de toplumsal dokuyu çökertiyor.

Bir zamanlar köy pazarlarında satılan domatesin yerine, market raflarında kimyasal kokulu, plastik ambalajlı ürünler var. Oysa gerçek gıda, toprağın, suyun, güneşin ve insan emeğinin uyumuyla ortaya çıkar.

Direnişin Adı: Gıda Egemenliği

La Via Campesina’nın önerdiği alternatif, gıda güvenliği değil, gıda egemenliği. Yani halkların kendi topraklarında, kendi kültürel birikimleriyle, kimseye bağımlı olmadan üretme hakkı.
Bu model, sadece bir tarım politikası değil; aynı zamanda bir demokratik dönüşüm projesi.

Türkiye’de de bu direnişin izleri var: Seferihisar’daki üretici pazarları, Kazdağları’nda ekolojik tarım kolektifleri, Hatay’da tohum takas şenlikleri, Kars ve Ardahan’da kooperatifleşen kadın üreticiler…
Hepsi aynı hikâyeyi anlatıyor: Gıda sadece karnı doyurmaz, özgürlüğü de besler.


---

🪶 Son söz:
Derin sistemik kriz, aslında “kimin yaşama hakkı var” sorusunun sistem düzeyinde yeniden tanımlanmasıdır.
Ama unutmayalım: tohum hâlâ filizleniyor, toprağın belleği hâlâ canlı.
Ve her yerel üretici, bu belleği koruyan bir direnişçidir. 🌾✊

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

kapital, ekolojik sosyalizm 7

insanlığın yol haritası giriş