Aleviliğin felsefi kökeni
Toprağın, Emeğin ve Hakikatin Dini: Aleviliğin Felsefi Kökeni
Anadolu’nun dağlarında, vadilerinde, köylerinde doğan Alevilik; bir inançtan öte, ezilen insanın yüzyıllar süren direnişinin, adalet arayışının felsefeye dönüşmüş biçimidir. Tarih sahnesine “Kızılbaş hareketi” olarak çıkan bu damar, sadece bir mezhep farklılığı değil; dönemin sınıfsal çatışmalarının, köylünün ve yoksulun kendi kaderini eline alma iradesinin ruhsal biçimidir.
Feodal beylerin, toprak ağalarının, Osmanlı merkezi iktidarının baskısı karşısında Alevilik, toprağa bağlı emeğin, paylaşımın, dayanışmanın dili olmuştur. “Rızalık” üzerine kurulu cem törenleri, adaletsiz mülkiyet düzenine karşı bir toplumsal sözleşme gibidir. Her can, her emek, her lokma kutsaldır. Çünkü Alevi düşüncesinde emek Hak’tır, Hak emektedir.
Bu toplumsal zeminden yükselen felsefe, doğrudan insanın iç dünyasına yönelir. Alevi ozanlarının “Eline, beline, diline sahip ol” sözü, hem ahlaki hem politik bir ilkedir. Çünkü insanın özgürlüğü, kendi nefsini terbiye etmesiyle başlar. Bu, dışsal otoriteye değil, içsel vicdana dayalı bir ahlak anlayışıdır.
Aleviliğin felsefi omurgası olan vahdet-i vücut (varlığın birliği), iktidar dinlerinin “ayrılık ve hiyerarşi” anlayışına karşı bir isyandır. Tanrı’yı gökyüzünde değil, insanın yüzünde, toprağın içinde, suyun akışında gören bir düşüncedir bu. “Hakk insandadır” diyen anlayış, egemenlerin tanrısına değil, halkın yarattığı evrensel adalet fikrine dayanır.
Ali-Hakk anlayışı da bu felsefenin toplumsal ifadesidir: Ali, bir tarihsel kişilikten çok, adaletin, eşitliğin, direnişin simgesidir. O yüzden Aleviler “Ali demek Hakk demektir” derken, hakikati kişide değil, eylemde, duruşta, doğrulukta ararlar.
Cem, bu felsefenin pratiğidir. Ne tapınak, ne kilise, ne camidir; halkın kendi vicdanını bir araya getirdiği bir meclistir. Her can orada eşittir. Kadın erkek yan yana oturur. Pir, dede ya da mürşit bir otorite değil, bilgelik rehberidir. Cem, hem toplumsal adaletin hem manevi eşitliğin sahnesidir. Bu yüzden Alevilik, iktidar dinlerine benzemeyen, halkın kendi ahlakını örgütlediği bir yaşam biçimi olarak doğmuştur.
Bu düşünsel yapı, yüzyıllar boyu bastırılmış, “sapık”, “zındık” yaftalarıyla ezilmiş olsa da; aslında Anadolu’nun en derin felsefi damarını temsil eder. Çünkü o, insanı doğadan, doğayı Hak’tan ayırmayan bir bilgeliktir.
Bugün Aleviliğin yeniden anlaşılması, sadece bir inanç grubunun tarihini aydınlatmak değil, aynı zamanda insan-merkezli, doğayla uyumlu, eşitlikçi bir dünya görüşünü yeniden hatırlamak demektir.
Alevilik, özetle, toprağın bereketiyle yoğrulmuş bir felsefedir:
İnsanı Hak bilen, emeği kutsayan, doğayı dost gören bir direniş kültürü.
Yorumlar
Yorum Gönder