Aleviliğin tarihsel sınıfsal kökenleri


🕊️ Kızılbaş İsyanından Toplumsal Vicdana — Aleviliğin Tarihsel-Sınıfsal Kökenleri

Anadolu’nun tozlu yollarında, dağ köylerinde, yoksul obalarında bir inanç doğdu: Alevilik.
Ama bu inanç sadece göğe bakan bir dua değil, toprağa dokunan bir isyandı.
Feodal beylerin sömürdüğü, merkezi iktidarın vergilerle ezdiği köylü kitlelerin yüzyıllar süren adalet arayışı, “Kızılbaş” kimliğiyle tarih sahnesine çıktı.

Osmanlı’nın genişleyen toprak düzeninde yoksullaşan Türkmen köylüsü, sadece ekonomik değil, kimliksel olarak da dışlanıyordu. Devletin resmi Sünni ideolojisi karşısında, göçebe ruhunu ve eşitlikçi değerlerini koruyan bu insanlar, yeni bir manevi yurt inşa ettiler: Emeğin, paylaşmanın, kardeşliğin dini.

Bu dini biçimlendiren şey, üretim ilişkileriydi. Toprak, herkesin ortak yaşam alanıydı; mülkiyet kutsal değil, geçiciydi. Alevilikte “rızalık” ilkesi bu yüzden doğdu. Her lokma, her pay, her söz rızayla verilmeliydi. Rızasız lokma haramdı — çünkü o, insanın emeğini çalmaktı.
Böylece Alevilik, hem manevi hem toplumsal düzlemde bir adalet ideali olarak şekillendi.

Devlet otoritesinin gözünde bu yeni inanç, “isyancı”, “sapık” olarak görüldü. Çünkü iktidar hiyerarşisini, kul anlayışını reddediyordu. Aleviler Tanrı’ya kul değil, “can” olarak yaklaşırdı. Bu özgürlük fikri, sadece teolojik bir sapma değil, politik bir tehdit olarak algılandı.
Kızılbaş köyleri yakıldı, dergahlar kapatıldı — ama bu baskı Aleviliği söndürmedi, tam tersine derinleştirdi. Çünkü her baskı, halkın bilincinde bir direniş felsefesine dönüştü.

İşte o direnişin içinde, bir ahlak felsefesi yeşerdi:
Eline, beline, diline sahip ol.
Bu, sade bir öğüt değil; insanın kendi kaderine sahip çıkma çağrısıydı.
Alevi öğretisinde insan, kendi hakikatinin sorumlusudur; ne din adamına, ne devlete, ne de sultana boyun eğer.
Bu yüzden Alevilik, halkın vicdanında doğan bir özgürlük dinidir.

Kızılbaş hareketi bastırılmış olabilir, ama onun ardında bıraktığı düşünsel miras, Anadolu’nun ruhuna işlenmiştir.
Bu miras, bir gün tekkelerde “vahdet-i vücut” olarak yankılanacak, cemlerde “Hak insandadır” sözünde ete kemiğe bürünecektir.
Ve böylece, yoksulun isyanı yavaş yavaş bir felsefeye, bir dünya görüşüne dönüşecektir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

derin sistemik kriz

kapital, ekolojik sosyalizm 7

insanlığın yol haritası giriş