Aristoteles'in metodolojisiyle kadın cinayetlerinin nedenleri...
# Aristoteles Bir Kadın Cinayetine Bakarken
Dün sabah yine bir kadın öldürüldü. Bugün bir tane daha. Yarın kaç tane olacak bilmiyoruz ama olacağını biliyoruz. Her gün ekranlardan akan isimler, fotoğraflar, muhabir sesleri... "34 yaşındaki Ayşe..." "27 yaşındaki Zeynep..." "Eski eşi tarafından..." "Kıskançlık krizine kapılarak..."
Ve her defasında aynı tepkiler: Öfke, çaresizlik, gözyaşları. Sosyal medyada paylaşımlar, protestolar, siyah-beyaz fotoğraflar. Sonra hayat devam ediyor. Ta ki bir sonraki haber gelene kadar.
Ama hiç durup düşündük mü: Bu sorunu gerçekten anlıyor muyuz? Yoksa sadece duyguyla tepki verip, yüzeyde mi kalıyoruz?
2400 yıl önce, Aristoteles bilgiye ulaşmanın bir yolu olduğunu söyledi: Gözlem, sınıflandırma, nedensellik, mantıksal çıkarım ve eylem. Bu kadim yöntemi, toplumumuzun en derin yarasına uygulayalım. Belki de duygusal çığlığın ötesinde, sistematik bir anlayışa ulaşabiliriz.
## Önce Gör, Sonra Konuş
Aristoteles'in ilk ilkesi basit: Gözlemle. Verilerle başla, ideolojik önyargılarla değil.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu'nun kayıtlarına bakıyoruz. Her yıl yüzlerce kadın. Faillerin yüzde doksanı tanıdık: eş, eski eş, sevgili, baba, kardeş. Yabancı saldırgan istisnai. Cinayet anonimlik içinde değil, en mahrem ilişkilerin içinde gerçekleşiyor.
Öldürme yöntemleri: Ateşli silah, bıçak, boğma, darp. Gerekçeler: "Ayrılmak istedi", "başka biriyle görüştü", "sokağa çıktı", "telefonuna baktım". Bazen daha açık: "Namusumu temizledim".
Mahkeme salonlarına bakıyoruz. "Haksız tahrik", "iyi hal", "pişmanlık" indirimleri. Failin insanileştirilmesi: "İyi bir aileden geliyordu", "işinde başarılıydı". Mağdurun sorgulanması: "Nasıl giyiniyordu?", "Nerede, ne zaman, kiminle?"
Medyaya bakıyoruz. "Aşk cinayeti", "kıskançlık cinayeti", "kadın cinayeti". Hangi kelimeyi seçtiğimiz, nasıl anladığımızı belirliyor. "Aşk" kelimesi bir cinayeti yumuşatır mı? Romantize eder mi?
İşte ham veriler. Şimdi düşünme zamanı.
## Tekrar Eden Senaryo
Aristoteles derdi ki: Tekrarlanan gözlemlerden örüntüler çıkar. Vakalara baktığınızda aynı senaryo dönüyor, sanki bir kurgu:
Kadın ayrılmak istiyor. Fail kabul etmiyor. Tehditler başlıyor: "Seni öldürürüm." Kadın karakola gidiyor, şikayette bulunuyor, koruma talep ediyor. Sistem yavaş işliyor ya da hiç işlemiyor. Kadın ailesine sığınıyor, belki sığınma evine. Fail peşini bırakmıyor. Takip ediyor, mesaj yağdırıyor, tehdit ediyor. Bir gün, bir sokak köşesinde, bir eve giriş çıkışta, çocukların gözü önünde... Silah sesi, bıçak darbesi, son nefes.
Sonra adliye koridorları. Fail, "pişmanım" diyor. Avukat, "tahrik edildi" diyor. Mahkeme, "iyi hali" görüyor. Ceza indiriliyor. Fail 10-15 yıl sonra özgür. Kadın ise sonsuza dek yok.
Bu örüntü tesadüf değil. Sistematik.
Her vakada ortak tema: Fail, kadını "kendine ait" görüyor. Kadının özerkliği, kendi iradesine sahip olduğu fikri, faile kabul edilemez geliyor. "Benden ayrılırsa öldürürüm" cümlesi, aslında şunu söylüyor: "Sen benim mülkümsün. İzinsiz gidemezsin."
Ve işin en korkutucu yanı: Toplum bu mantığı bir ölçüde içselleştirmiş. "Adamı kızdırmış herhalde", "başka erkekle mi görüşüyordu", "gece vakti dışarıda ne işi vardı" - bu sorular, suçu kadına yükleyen zihniyetin dışavurumu.
## Nedenleri Sormak: Derinlere İnmek
Aristoteles, bir olguyu gerçekten anlamanın dört nedenini bilmekten geçtiğini söylerdi. Kadın cinayetlerine dört soruyla bakalım:
**Birinci soru: Şiddetin maddesi nedir?** Silahlar, bıçaklar, yumruklar elbette. Ama asıl "madde" ataerkil yapı. Erkeklere güç, kadınlara itaat dayatan, erkekliği tahakküm üzerinden tanımlayan toplumsal düzen. Bu yapı olmadan, silah ve bıçak bu kadar kolay kadına çevrilmez.
**İkinci soru: Şiddetin biçimi nedir?** Cinayet, ani bir patlama değil. Uzun bir sürecin sonu. Tecrit etme, ekonomik kontrol, psikolojik baskı, tehdit, fiziksel şiddet... Kadını yavaş yavaş yok eden bir süreç. Cinayet, bu yok etmenin fiziksel tamamlanması.
**Üçüncü soru: Kim fail?** Basit cevap: Tetikçeği çeken, bıçağı saplayan kişi. Ama fail sadece o mu? Şiddeti normalleştiren toplum yok mu? Kadını korumayan devlet mekanizmaları yok mu? "Kıskançlık" deyip geçen medya yok mu? Eşitsizliği yeniden üreten ekonomik sistem yok mu? Fail çok katmanlı.
**Dördüncü soru: Amacı nedir?** "Kıskançlık, öfke, namus" diyoruz. Ama gerçek amaç: Kontrolü sürdürmek. Kadın kaçabilir, yeni hayat kurabilir, özgürleşebilir - ama fail onu öldürerek son sözü söyler. "Sen özgür olamazsın. Ben izin vermediğim sürece." Bu, nihai kontrol eylemi. Kadın üzerindeki tahakkümün en uç noktası.
## İlk İlkeler: Müzakere Edilemez Olanlar
Her tartışma temel ilkelerle başlar. Kadın cinayetleri meselesinde hangi ilkeler tartışılamaz?
İnsan onuru. Her insan, cinsiyetinden bağımsız olarak onurludur. Bu tartışılmaz. Kadın, erkekten "daha az insan" değildir.
Şiddet meşrulaştırılamaz. Hiçbir gerekçe - kıskançlık, namus, öfke, tahrik - şiddeti meşru kılamaz. Bunlar açıklama olabilir, mazeret asla.
Özgürlük vazgeçilmezdir. Her bireyin kendi hayatı üzerinde egemenlik hakkı vardır. Ayrılma, evlenme, çalışma, sokağa çıkma özgürlüğü temel haktır. Kimse, hiçbir gerekçeyle bu özgürlüğü elinden alamaz.
Bu ilkeler kabul edilmezse, zaten konuşacak bir şeyimiz yok.
## Mantık Zinciri
İlkelerden çıkarımlar yapalım:
Eğer her insan onurlu yaşama hakkına sahipse ve kadınlar insansa, o zaman kadınlar onurlu yaşama hakkına sahiptir. Kadını öldürmek, en temel hakkı gasp etmektir. En ağır suçtur, indirim olmadan cezalandırılmalıdır.
Eğer hiçbir kültürel norm temel hakları ihlal edemezse ve "namus" kavramı kadının cinselliğini kontrol etmeye çalışıyorsa, o zaman "namus cinayeti" kavramı hukukta yer alamaz. Töre savunması kabul edilemez.
Eğer devlet vatandaşlarını korumakla yükümlüyse ve kadınlar sistematik tehdit altındaysa, o zaman devlet kadınları korumakla özel olarak yükümlüdür. Koruma talepleri hızla uygulanmalı, denetlenmeli, etkili olmalıdır.
Mantık basit. Uygulama neden bu kadar zor?
## Çünkü Sorun Yapısal
Her cinayet haberi geldiğinde katil canavarlaştırılır. "Psikopat", "canavar", "insanlık dışı" denilir. Ama gerçek şu: Faillerin çoğu "normal" insanlar. Komşuları "sessizdi, sakindi" der. Meslektaşları "nazikti, kibar bir insandı" der. Ailesi "böyle yapacağını hiç tahmin etmedik" der.
İşte sorun burada. Problem, birkaç "sapık" bireyde değil. Problem, "normal" sayılan erkekliğin kendisinde. Kadını mülkiyet gören, kontrolü erkeklik göstergesi sayan, şiddeti meşrulaştıran normallikte.
Bir fail cezaevine girer, ama sistem yeni failler üretmeye devam eder. Çünkü erkek çocuklara "ağlamak erkekliğe yakışmaz", "kız gibi davranma", "sen erkeğin birisisin, kadın seni dinlemeli" diye büyütülmeye devam ediliyor. Çünkü dizilerde, şarkılarda, sokak muhabbetlerinde "kadın erkeğini dinler", "kadın bakar beğenmezse çeker gider" mantığı yeniden üretiliyor.
Bireysel faileri cezalandırmak gerekli ama yeterli değil. Failler üreten fabrikayı kapatmalıyız.
## Peki Ne Yapacağız?
Aristoteles'in phronesis dediği pratik bilgelik: Bilgiyi eyleme dönüştürmek.
Kelimelerimizi değiştirelim. "Aşk cinayeti" değil, "kadın cinayeti". "Kıskançlık" değil, "femisid". Dil, algıyı şekillendirir.
Etrafımızdaki kadınlara kulak verelim. Şiddet gören kadını yalnız bırakmayalım. "Kocandan dayak yiyorsan bir şey yapmışsındır" demek yerine, "Seni koruyacağım, yanındayım" diyelim.
Çocuklarımızı farklı büyütelim. Oğlumuza ağlamasına izin verelim. Kızımıza güçlü olmasını öğretelim. Her ikisine de eşitlik, saygı, özgürlük kavramlarını yerleştirelim.
Medyadan, siyasetçilerden, hukuktan hesap soralım. İstanbul Sözleşmesi neden feshedildi? Ceza indirimleri neden hala geçerli? Koruma talepleri neden ciddiye alınmıyor?
Ve erkekler olarak, kendi aramızda konuşalım. Arkadaşımız eşine bağırdığında, "kadın erkeğini dinlemeli" dediğinde, "karım sokağa çıkamaz" dediğinde, sessiz kalmayalım. O an müdahale etmek, belki bir canı kurtarmaktır.
## Son Söz
Aristoteles'in bize öğrettiği şey: Gerçeği anlamak için sistematik düşünmek gerekir. Duygusal tepkiler önemli ama yeterli değil. Gözlemlemeliyiz, örüntüleri görmeliyiz, nedenleri sormalıyız, ilkelerimizi netleştirmeliyiz, mantıkla ilerlemeliyiz ve sonunda eyleme geçmeliyiz.
Kadın cinayetleri, bireysel trajediler değil. Ataerkil sistemin mantıksal sonucu. Bu sistemi dönüştürmek kolay değil, ama imkansız da değil. Her değişim, birileri "yeter" diyene kadar imkansız görünür.
Belki bugün bir kadın daha öldürülecek. Belki yarın bir tane daha. Ama eğer bugün harekete geçersek, belki yarından sonraki gün, bir kadın daha az ölecek. Belki yüz gün sonra, hiçbir kadın bu sebepten ölmeyecek.
Aristoteles derdi ki: "Bilgi, eylem için vardır."
Artık yeterince biliyoruz. Eylem zamanı.
---
*Dün bir kadın öldürüldü. Bugün de. Yarın olmasın diye ne yaptın?*
Yorumlar
Yorum Gönder