Kalenderiler ve düzenin dışında kalan felsefe
Yoksulluğun İsyanı: Kalenderîler ve Düzenin Dışında Kalan Felsefe
Tarih, yalnızca kralların, sultanların ve imparatorlukların hikâyesi değildir. Aynı zamanda dışlananların, yoksulların, ezilenlerin ve “düzene sığmayanların” da tarihidir. Orta Çağ İslam dünyasında Kalenderîler, işte bu dışlanmışlar tarihinin en radikal halkalarından birini oluştururlar. Onların felsefesi, salt bir dinî veya mistik yönelim değil, bir toplumsal başkaldırının, sınıfsal öfkenin ve özgürlük arayışının felsefi biçimiydi.
---
Tarihsel Arka Plan: Yoksulluğun Kurumsallaştığı Çağ
Kalenderî hareketi, 11. ve 13. yüzyıllar arasında İran, Horasan, Anadolu ve Suriye hattında gelişti. Bu dönem, feodal üretim ilişkilerinin, toprak beylerinin ve dini otoritelerin tahakkümünün en sert biçimleriyle hüküm sürdüğü bir çağdı. Devlet ve din kurumları arasında sıkı bir ittifak vardı; ulema sınıfı sultanın meşruiyetini sağlıyor, sultan ise ulemanın ayrıcalıklarını koruyordu.
Bu düzenin dışında kalan geniş bir yoksul kitle —köylüler, gezgin dervişler, savaş artıkları, göçebe Türkmenler, şehirli yoksullar— üretimden dışlanmış, mülksüzleştirilmişti. İşte Kalenderîlik bu toplumsal tabakanın içinden doğdu. Ne medreseye ait oldular ne de tekkeye; onların felsefesi, yoksulluğun kader değil, bir özgürlük biçimi olduğunu ilan ediyordu.
---
Ekonomik ve Sınıfsal Zemin: “Mülksüzlük”ten “Özgürlük”e
Kalenderîler, mülkiyetin kutsallaştırıldığı bir çağda “mülksüzlüğü” kutsallaştırdılar. Bu sadece bir maneviyat biçimi değil, aynı zamanda ekonomik bir reddiydi. “Ne malım var ne mülküm” diyen bir Kalenderî, aslında dönemin egemen sınıflarına —feodallere, medrese ulemasına, zengin tüccarlara— karşı bir sınıf tavrı alıyordu.
Bu yönüyle Kalenderîlik, erken bir sınıf bilinci taşıyordu. Onlar üretim araçlarına erişemeyenlerin, dışlanmış zümrelerin teolojik dildeki isyanıydılar. Fakirliği bir erdem değil, bir başkaldırı zemini olarak yorumluyorlardı. Mülkiyetin insanı köleleştirdiğini, özgürlüğün ancak paylaşım ve dayanışma yoluyla mümkün olduğunu savunuyorlardı.
---
Siyasi Boyut: Devlet ve Din Karşısında Radikal Bir Red
Kalenderîler yalnızca bireysel bir mistisizm geliştirmediler; iktidarın tüm biçimlerine karşı bir reddiye getirdiler. Onlar için sultan da, kadı da, müderris de, şeyhülislam da aynı tahakküm zincirinin halkalarıydı. Bu nedenle Kalenderî felsefesi, dönemin siyasal İslam anlayışına açıkça meydan okuyordu.
Saray ve medreseyle iç içe geçmiş tarikatlar Kalenderîleri sapkın, “zındık” veya “melun” ilan ettiler. Çünkü Kalenderî, düzenin içinde yer almak istemeyen bir bilinci temsil ediyordu. “Elimde asa yok, dilimde dua yok” diyen bir Kalenderî, aslında şunu söylüyordu:
“Ben sizin otoritenizin dışında bir insanım.”
Bu radikal özgürlük anlayışı, siyaseten de tehlikeliydi. Anadolu’da Babailer isyanına katılan birçok Kalenderî dervişi, bu ruhun taşıyıcısıydı. Onlar, Tanrı’nın yeryüzünde değil, halkın dayanışmasında bulunduğuna inanıyorlardı.
---
Felsefi Derinlik: Beden, Ruh ve Toplumsal Zincirler
Kalenderî düşüncesi, klasik tasavvufun “nefs terbiyesi” anlayışını tersyüz eder. Onlara göre nefs, bastırılması gereken bir kötülük değil, özgürleştirilmesi gereken bir doğallıktır. Bu yüzden toplumun dayattığı ahlaki normlara, cinsellik, içki veya kıyafet üzerinden getirilen yasaklara meydan okudular.
Bu, bireysel bir hedonizm değil; iktidarın bedeni denetim altına alma girişimlerine karşı bir felsefi direnişti. Michel Foucault’nun yüzyıllar sonra “iktidarın mikro-fiziği” dediği şeyi, Kalenderîler sezgisel biçimde görmüşlerdi. Onlar için Tanrı, otoritenin değil, insanın içsel özgürlüğünün bir adıdır.
---
Kalenderîlik ve Halk Kültürü: “Dışlananların Aydınlığı”
Kalenderî geleneği, zamanla Bektaşîlik, Haydarîlik, Hurûfîlik gibi halk tarikatlarına nüfuz etti. Bu hareketlerin her biri, Anadolu’nun çok kültürlü yapısı içinde eşitlikçi, paylaşımcı ve laik bir damar oluşturdu.
Onların dili şiirdi, müziğiydi, halk deyişleriydi. “Dervişlik hırkada değil, gönüldedir” diyen bir anlayış, biçimsel dinden çok ahlaki öz’e, ruhsal adalete inanıyordu.
Kalenderî, minarede değil, pazar yerinde konuşan bir bilgelikti.
---
Günümüze Mirası: Kapitalizmin Yalnızlığında Yeni Kalenderîlik
Bugün dünya, başka bir tahakküm çağından geçiyor. Feodal zincirlerin yerini neoliberal zincirler, toprak beylerinin yerini finans oligarşisi, ulemanın yerini ideolojik aygıtlar ve medya aldı.
Ancak öz aynı: insana sürekli “itaat et”, “tüket”, “boyun eğ” diyen bir sistem.
Kalenderî mirası bu nedenle hâlâ canlı. Çünkü onların felsefesi, mülkiyetin, kimliğin, şöhretin ya da kariyerin dışına taşan bir özgürlük etiği önerir.
Modern insanın depresyonu, yalnızlığı, rekabetle örülmüş gündeliği karşısında Kalenderî düşüncesi, “hiçbir şeye sahip olmadan da insan kalabilmenin” yolunu gösterir.
Bugünün “yeni Kalenderîleri” belki derviş hırkası giymiyor ama aynı bilinci taşıyor: doğaya sahip olmaya değil, onunla uyum içinde yaşamaya çalışan çevre aktivistleri, paylaşımı esas alan dayanışma ağları, tüketim karşıtı topluluklar, anti-kapitalist entelektüeller…
Onlar, dünyanın kutsallığını geri isteyen çağdaş Kalenderîlerdir.
Kalenderîlik, modern zamanlara şu dersi bırakmıştır:
> “Kendini kurtarmak istiyorsan, sahip olduklarını değil, seni esir edenleri bırak.”
---
Editoryal Not:
Bu yazı, tarihsel bir tarikatın mistik söyleminin ardında gizlenen sınıfsal bir bilinç biçimini yeniden okuma çabasıdır. Kalenderîler, dün olduğu gibi bugün de —iktidarın, servetin ve sahte kutsallıkların karşısında— insan onurunun, dayanışmanın ve özgürlüğün dili olarak hatırlanmayı hak ediyorlar.
Onlar aslında geçmişin değil, geleceğin dervişleriydiler.
Yorumlar
Yorum Gönder