mezar kazıcılar
# Marx'ın Mezar Kazıcıları Nerede? Türkiye'de Birikim, Kriz ve Devrim Bekleyişi
Karl Marx, 19. yüzyılın ortalarında kapitalizmin işleyişini incelerken, sistemin kendi sonunu hazırlayan bir mantıkla çalıştığını iddia etmişti. "Kapital"in sayfalarda uzanan analizinde ortaya koyduğu tez basitti ama etkiliydi: Kapitalist birikim, kendi mezar kazıcılarını, yani proletaryayı yaratacak; krizler giderek şiddetlenecek; üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişki sonunda patlamaya yol açacaktı. O dönemden bu yana neredeyse iki yüzyıl geçti. Peki bugünkü Türkiye'ye baktığımızda Marx'ın öngörüleri ne kadar geçerli? Mezar kazıcılar nerede? Krizler neden devrime dönüşmüyor?
## Sermayenin Birikimi: Küçük Dükkanlardan Holdinglere
Marx'ın birikim teorisinin özü şudur: Kapitalist, işçiden elde ettiği artı-değeri kendi cebine indirmekle yetinmez, onu yeniden sermayeye dönüştürür. Daha fazla makine, daha fazla işçi, daha fazla üretim... Bu "genişletilmiş yeniden-üretim" sürecinde iki şey olur: Birincisi, sermaye giderek yoğunlaşır ve merkezileşir. Küçük işletmeler batarken büyük tekeller doğar. İkincisi, teknolojik gelişme makinelerin oranını artırırken işçilerin oranını azaltır.
Türkiye'nin son yüzyıllık hikayesi, bu süreci adeta hızlandırılmış bir filmde izlemek gibidir. Cumhuriyet'in ilk yıllarında küçük esnaf, lonca tarzı üretim ve tarıma dayalı bir ekonomiden, 1950'lerle birlikte sanayileşmeye geçildi. Köyden kente göçler başladı. Topraktan koparılan köylüler, Marx'ın "ilkel birikim" dediği süreci yaşadılar. Çiftçilikten işçiliğe, köyden varoşa, geleneksel toplumdan modern şehir hayatına geçiş...
Bugün Türkiye nüfusunun yüzde doksanından fazlası kentlerde yaşıyor. Ama burada yaşanan proleterleşme, Marx'ın İngiltere'de gözlemlediği sanayi işçileşmesinden oldukça farklı. Türkiye'nin emekçi sınıfları çok daha karmaşık bir yapıda: Kayıt dışı çalışan inşaat işçileri, güvencesiz taşeron işçiler, kurye ve sürücü olarak gig ekonomisinde çalışan gençler, küçük dükkân sahipleri, seyyar satıcılar... Klasik anlamda fabrika işçisi oranı hiçbir zaman yüksek olmadı.
Sermaye yoğunlaşması ise tam Marx'ın öngördüğü gibi gerçekleşti. Cumhuriyet'in ilk sermaye gruplarından Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi holdinglerin yanına, 1980 sonrası neoliberal açılımla birlikte Anadolu sermayesi denilen yeni bir kapitalist sınıf eklendi. Son yirmi yılda ise iktidar değişimiyle birlikte sermaye haritası yeniden şekillendi. Büyük holdinglerin küçük kardeşleri doğdu, bazıları battı, bazıları daha da büyüdü. Sonuç değişmedi: Sermaye giderek daha az elde yoğunlaştı.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler her krizde erirken, büyük sermaye daha da güçlendi. İhale, teşvik, kredi... Devletin kaynaklarına erişim imkanı, rekabetin belirleyicisi haline geldi. Marx'ın deyimiyle "sermaye birikimi", Türkiye'de sadece ekonomik değil politik bir süreç olarak işledi.
## Kriz Döngüleri: Sürekli Tekrarlanan Film
Marx'a göre kapitalizmin en önemli özelliği, kriz olmadan var olamamasıdır. Krizler sistemin "patolojik" bir hastalığı değil, yapısal bir özelliğidir. Kapitalist sürekli üretimi genişletir, ama işçi sınıfının alım gücü sınırlıdır. Üretilen mallar satılamaz. Kâr oranı düşer. Fabrikalar kapanır, işçiler işten atılır, alım gücü daha da düşer... Kriz derinleşir.
Türkiye'nin son yarım yüzyıllık hikayesi, bu kriz döngülerinin adeta bir laboratuvarıdır. 1970'lerin sonunda döviz krizi, 1994'te enflasyon ve devalüasyon, 2001'de bankacılık krizi, 2008'de küresel finansal krizin Türkiye'ye yansıması, 2018'de döviz şoku, 2021-2023'te yüksek enflasyon ve ekonomik daralma...
Her kriz sonrasında aynı senaryo tekrar etti: Küçük işletmeler battı, işçiler işsiz kaldı, ücretler eridi. Ama büyük sermaye krizden daha güçlü çıktı. Çünkü her krizde devlet, büyük sermayenin kurtarılması için kaynaklarını seferber etti. Marx'ın deyimiyle, kriz "değersiz sermayeyi tasfiye ederek" dengeyi yeniden kuruyor. Ama bu tasfiye edilen, hep küçük ve orta ölçekli sermaye ile emekçiler oluyor.
Bugün Türkiye'de enflasyon yüzde seksenlere vurdu, dolar kurdu katlandı, milyonlarca insan borç batağında, gençler işsiz, vasıflı emek yurt dışına göç ediyor. Kriz her zamankinden daha derin. Ama Marx'ın öngördüğü toplumsal patlama gerçekleşmiyor. Neden?
## Mezar Kazıcılar Nerede? Sınıf Bilincinin Yokluğu
Marx'ın teorisinin özünde şu fikir vardır: Kapitalizm, kendi mezar kazıcılarını, yani proletaryayı yaratır. İşçi sınıfı sayıca artar, fabrikada yan yana çalışarak dayanışma bilinci geliştirir, örgütlenir, bilinçlenir ve sonunda sistemi devirir. Bu, sadece ekonomik bir süreç değil, aynı zamanda politik ve ideolojik bir süreçtir.
Peki Türkiye'de bu süreç neden gerçekleşmedi?
Birinci neden, sınıf yapısının parçalı olmasıdır. Marx'ın İngiltere'sinde büyük fabrikalarda bir araya gelen binlerce işçi vardı. Türkiye'de ise emek piyasası son derece parçalı: Kayıt dışı çalışanlar, taşeronlar, geçici işçiler, küçük esnaf, serbest çalışanlar... Bu insanların hepsi emekçi ama aralarında bir dayanışma ve örgütlenme bilinci yok. Sendikalaşma oranı yüzde on civarında, sendikaların siyasi etkisi sınırlı.
İkinci neden, ideolojik hegemonyalardır. İtalyan Marksist Antonio Gramsci'nin de belirttiği gibi, sadece ekonomik koşullar devrimi getirmez. Egemen sınıfın ideolojik hakimiyeti, kitlelerin bilinçlenmesini engeller. Türkiye'de son yirmi yılda muhafazakâr-popülist bir ideolojik hegemonya kuruldu. Sınıf mücadelesi yerine din, millet, namus gibi kimlikler öne çıkarıldı. "Biz ve onlar" ayrımı sınıfsal değil kültürel ve ideolojik temellerle yapıldı.
Üçüncü neden, refah mekanizmalarının kitleleri sisteme bağlamasıdır. Marx'ın zamanında böyle bir şey yoktu. Bugün ise sosyal yardımlar, kömür ve gıda paketleri, düşük faizli konut kredileri, küçük esnafa verilen destekler... Bu mekanizmalar, yoksul kesimleri iktidar partisine bağımlı hale getiriyor. Üstelik Türkiye'de konut sahibi olma oranı yüksek. Marx'ın "mülksüz proleter"i yerine, borçla aldığı evde oturan, ama yine de "mülk sahibi" olduğunu düşünen bir emekçi kitlesi var.
Dördüncü neden, küreselleşmenin emek sınıfını ulusal değil uluslararası ölçekte parçalamasıdır. Türkiye'deki işçi, Suriyeli göçmen işçiyle rekabet ediyor. Fabrika sahibi, üretimi istediği zaman Bangladeş'e taşıyabiliyor. Sermaye küresel, emek ulusal. Bu asimetri, işçi sınıfının örgütlenmesini zorlaştırıyor.
## Gezi'den Bugüne: Devrim mi, Ayaklanma mı, Yoksa Hiçbiri mi?
2013 Haziran'ında Türkiye, Marx'ın öngördüğü toplumsal patlamayla yüz yüze geldi gibi göründü. Gezi Parkı'nda başlayan küçük bir çevre eylemi, milyonların sokağa döküldüğü bir ayaklanmaya dönüştü. Ama Gezi, klasik anlamda bir sınıf mücadelesi değildi. Orada bir araya gelenler işçilerden çok beyaz yakalılardı, gençlerdi, kentli orta sınıftandı. Talepler de ekonomik değil demokratikti: İfade özgürlüğü, yaşam tarzı özgürlüğü, çevre, kimlik hakları...
Marx'ın teorisi Gezi'yi anlamak için yeterli değildi. Çünkü 21. yüzyılda toplumsal muhalefet, sadece sınıfsal değil kimliksel de. Feminist hareket, LGBTİ+ hareketi, çevre hareketi, gençlik hareketleri... Bunlar Marx'ın öngördüğü proletarya değil ama yeni bir muhalefet öznesi olarak ortaya çıkıyorlar.
Gezi'den sonra ne oldu? Hareket bastırıldı, katılımcılar cezalandırıldı, otoriter rejim güçlendi. Ama toplumsal muhalefet kaybolmadı, sadece biçim değiştirdi. 2019'da yerel seçimlerde büyükşehirlerin kaybedilmesi, 2023'te cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin güçlü çıkması... Toplumsal hoşnutsuzluk var ama devrime dönüşmüyor.
## Türkiye'nin Geleceği: Argentinatürkiye mi, Yeni Bir Dönem mi?
Marx, kapitalizmin krizlerinin giderek şiddetleneceğini ve sonunda sistemi çökerteceğini söylemişti. Ama tarih, sistemin her krizden sonra kendini yenileme kapasitesini de gösterdi. Bugün Türkiye'nin önünde birkaç senaryo var.
Birinci senaryo, kronik kriz ve uzun süreli gerileme. Arjantin gibi... Enflasyon ve döviz krizleri sürekli tekrarlanır, ekonomi büyümez, genç ve vasıflı nüfus göç eder, ülke orta gelir tuzağında sıkışır. Bu, Marx'ın öngördüğü devrim değil ama kapitalizmin çürümesidir.
İkinci senaryo, otoriter stabilizasyon. Baskı mekanizmalarıyla toplumsal barış sağlanır, ekonomik kriz kontrol altına alınır, sistemin sürekliliği garanti edilir. Çin modeli gibi... Kapitalizm devam eder ama demokratik haklar olmadan.
Üçüncü senaryo, liberal reforma açılım. AB süreciyle demokratikleşme, hukuk devleti, yabancı sermaye girişi... Ekonomik kriz yumuşar, ama kapitalist sistem güçlenir. Bu da devrim değil, sistemin yenilenmesidir.
Dördüncü senaryo, beklenmedik bir toplumsal patlama. Ekonomik krizin derinleşmesi, gençlerin umutsuzluğu, emekçilerin öfkesi bir anda patlak verir. Ama bu patlamanın devrime dönüşüp dönüşmeyeceği, orada örgütlü bir siyasi iradenin olup olmamasına bağlı.
## Sonuç: Marx Hâlâ Geçerli mi?
Marx'ın "Kapital"i okurken şaşırtıcı olan, 19. yüzyılda yazılmış bir metnin bugünkü Türkiye'yi anlamak için hâlâ ne kadar geçerli olduğudur. Sermaye birikimi, kriz döngüleri, işçileşme, yoksulluk, eşitsizlik... Bunların hepsi gerçekleşiyor.
Ama Marx'ın öngördüğü devrim gerçekleşmiyor. Çünkü tarih, Marx'ın düşündüğünden çok daha karmaşık işliyor. İdeolojik hegemonya, kimlik politikaları, küreselleşme, refah mekanizmaları, emek piyasasının parçalanması... Bütün bunlar, sınıf bilincinin gelişmesini ve devrimci öznenin oluşmasını engelliyor.
Belki de sorun, devrimi beklemektir. Marx'ın mezar kazıcıları gelmeyebilir. Ama bunun anlamı, toplumsal değişimin olmayacağı değildir. Değişim, beklenmedik yerlerden, beklenmedik biçimlerde gelebilir. Gençlik hareketlerinden, feminist mücadeleden, çevre aktivizminden, yerel örgütlenmelerden, dijital platformlardan...
Türkiye'nin geleceği belirsiz. Ama bir şey kesin: Marx'ın sorduğu sorular hâlâ geçerli. Sermaye nasıl birikir? Krizler neden tekrar eder? Emekçiler nasıl örgütlenebilir? Toplumsal değişim nasıl gerçekleşir? Bu soruları sormayı bırakmadığımız sürece, Marx'ın mirası yaşamaya devam edecek.
Yorumlar
Yorum Gönder