Rum abdalları
# Arafta Kalanlar: Rum Abdallarının Unutulmuş Tarihi
Tarihin dipnotlarında, resmi anlatıların görmezden geldiği sayfalarda, bir figür dolaşır durur: Rum abdalı. Ne tam Müslüman, ne tam Hristiyan. Ne şehrin içinde, ne kırın. Ne üretenlerden, ne tüketenlerden. Bir hayalet gibi, tüm kategorilerin arasından süzülür geçer.
Bugün bu figürü anımsamak, sadece folklor merakı değil. Çünkü Rum abdalının hikayesi, aslında bizim nasıl "öteki"yi yarattığımızın, nasıl sınırlar çizdiğimizin ve o sınırların dışında kalanları nasıl görünmez kıldığımızın hikayesidir.
## Bir Karışıklık Çağının Çocukları
11. yüzyıldan itibaren Anadolu, muazzam bir dönüşüm yaşar. Binlerce yıllık Hristiyan-Bizans medeniyeti, Türkmen göçleriyle karşılaşır. Ama bu karşılaşma, resmi tarih anlatılarının sevdiği gibi net bir "fetih" veya "istila" değildir. Yüzyıllar süren, karmaşık, iç içe geçmiş bir süreçtir.
Bu karışıklık çağında, iki dünyanın arasında kalan insanlar vardır. Belki Hristiyan bir aileden gelmiştir ama Bektaşi bir tekkede sığınak bulmuştur. Belki Müslüman'dır ama geçimini Rum köylerinde falcılık yaparak sağlar. Belki her ikisinin de ritüellerine katılır, her ikisinin de azizlerini anar.
İşte Rum abdalı bu belirsizliğin ürünüdür. O, saf ve düzgün kategorilerin tutmadığı, gerçeğin çok daha bulanık olduğu bir dünyanın tanığıdır.
## Mistik mi, Şarlatan mı?
Abdal kelimesi Farsça'dan gelir: "bedel, değişim". Ama Anadolu'da farklı anlamlar kazanır. Bazen evliya, bazen deli, bazen ahmak, bazen bilge. Tanımlanamaz olan için icat edilmiş bir kelimedir sanki.
Rum abdalı da bu tanımlanamaz kategorinin içindedir. Halk onu anlamaz ama saygı duyar, belki korkar da. Çünkü o, farklı bir mantığın, farklı bir bilgeliğin temsilcisidir. Resmi imamın veya papazın sunduğu hazır cevaplar yerine, muammalı sözler söyler. Zenginleri alaya alır, fakirlere acır ama hiçbirine de tam güvenmez.
Doğu'nun mistik gelenekleri, bu tür figürlere hep yer açmıştır. Mevlana'nın Şems'i, Hallac-ı Mansur'u, Hristiyan çöl babalarının "saloi" (Tanrı delileri) denilen azizlerini düşünün. Hepsi toplumsal normların dışına çıkmış, "delilik" ile "azizlik" arasındaki ince çizgide gezinmiştir.
Rum abdalı da bu geleneğin devamıdır. Ama bir farkla: O, hiçbir kurumun koruyuculuğunda değildir. Ne tekke onu sahiplenir, ne kilise. O, tam anlamıyla marjinalin ta kendisidir.
## Sınıfın En Altındakiler
Modern sosyolojinin diliyle konuşacak olursak, Rum abdalı "lümpenproletarya"nın arkaik biçimidir. Marx'ın tarif ettiği, üretim ilişkilerinin dışında kalan, düzenli bir iş ve gelirden yoksun, sınıf bilincinden uzak gruplar.
Ama lümpen kelimesinin Almanca'daki anlamı "paçavra, yırtık pırtık"tır. Ve gerçekten de abdal, toplumun "yırtık" yerlerinde yaşar. Ne köylünün toprağı vardır, ne zanaatkarın becerisi, ne tüccarın sermayesi. Gezgin, köksüz, bağımsız.
Peki nasıl geçinir? Falcılıkla, müzisyenlikle, hikaye anlatıcılığıyla, bazen dilencilikle. Hizmetleri "gerçek" sayılmaz ama ihtiyaç duyulur. Çünkü resmi dinin cevap vermediği sorular, hayatın anlamına dair umutsuzluklar, büyü ve şifa arayışları hep vardır. Ve abdal, bu boşluğu doldurur.
Bu, aslında her toplumun kirli sırrıdır: Marjinallere aynı anda hem ihtiyaç duyar hem de onları hor görür. Onları sisteme dahil etmez ama tamamen dışlamaya da cesaret edemez.
## "Rum" Nitelemesinin Ağırlığı
Peki neden "Rum" abdalı? Neden sadece "abdal" değil?
Çünkü "Rum" kelimesi burada sadece etnik bir kimliği değil, bir ötekiliği işaret eder. Osmanlı'da "Rum" demek, Ortodoks Hristiyan demektir. Ama Rum abdalı tam olarak Hristiyan da değildir artık. Belki İslamlaşmıştır ama tam kabul görmemiştir. Belki iki dünya arasında sıkışıp kalmıştır.
"Rum" eki, bir belirsizliğin, bir kuşkunun, bir "tam bizden olmama"nın işaretidir. O, hem coğrafi anlamda (Anadolu'nun Rumca konuşulan bölgeleri), hem kültürel anlamda (Bizans geleneği), hem de dini anlamda (Hristiyanlık kökenleri) bir geçmişi taşır. Ama hiçbirine tam ait değildir artık.
Bu, ulus-devlet öncesi çok kültürlü imparatorlukların karakteristik bir özelliğidir: Katı kimlik kategorileri yoktur, geçişkenlik, melezlik, belirsizlik vardır. Modern zihin bunu anlamakta zorlanır çünkü biz "ya bu ya o" mantığına alışmışızdır. Ama Rum abdalının dünyası "hem bu hem o, ama hiçbiri tam olarak" dünyasıdır.
## Bilge Deli Arketipi
Halk hikayeleri, Rum abdalını genellikle "bilge deli" olarak tasvir eder. Zahirde ahmak, gülünç, anlaşılmazdır. Ama söylediklerinin altında derin bir hikmet gizlidir.
Bu, evrensel bir mitolojik figürdür aslında. Shakespeare'in soytarıları, Dostoyevski'nin İdiot'u, Nasreddin Hoca, Keloğlan... Hepsi aynı arketipin varyasyonlarıdır: Toplumsal normları sorgulayan, iktidarı alaya alan, görünmeyen gerçekleri söyleyen "deli".
Neden halk, böyle bir figüre ihtiyaç duyar? Çünkü doğrudan söylenemeyeni, "deli" kılığında söylemek mümkündür. İktidar, delinin sözünü ciddiye almaz, tehdit olarak görmez. Ama halk dinler ve anlar.
Rum abdalı da bu işlevi görür. Resmi ideolojinin (hem İslami hem Hristiyan) cevap veremediği soruları sorar, çelişkileri gözler önüne serer. Ama bunu bir muhalefet örgütü gibi değil, bir serseri gibi yapar. Bu yüzden tehlikesizdir. Bu yüzden tolere edilir.
## Modern Zamanlarda Kaybolanlar
Bugün Rum abdalları yoktur artık. 19. yüzyıldan itibaren modernleşme, ulus-devlet inşası, nüfus mübadeleleri, kentleşme... Tüm bu süreçler, onların yaşam alanını yok etti.
Modern devlet, belirsizliği sevmez. Herkesin bir kimlik kartı, bir adres kaydı, bir mezhep, bir milliyet olmalıdır. Araf'ta kalanlar için yer yoktur. Ya vatandaş olacaksın ya da olmayacaksın. Ya Müslüman ya Hristiyan. Ya Türk ya Rum. Ortası yok.
Ve böylece, binlerce yıldır var olan bir toplumsal tip, bir anda tarihin çöplüğüne atılıverdi. Şimdi ancak halk hikayelerinde, türkülerde, yaşlıların anılarında kaldılar.
## Ama Figür Hâlâ Aramızda
Peki gerçekten mi yok oldular? Yoksa sadece biçim mi değiştirdiler?
Bakın etrafınıza: Hiçbir kategoriye tam uymayan, sistemin dışında kalmış, marjinal insanlar hâlâ var. Kent merkezlerinde kâğıt toplayan yaşlılar, otogarlarda gezinen dilenciler, fal bakan teyze, sahte reçetelerle iş gören hocalar, internet kafelerde günlerini geçiren gençler...
Onlar da bir tür "modern abdallar" değil midir? Üretim ilişkilerinin dışında, tam da lümpenin tanımına uygun bir şekilde yaşıyorlar. Toplum onlara hem ihtiyaç duyuyor hem tiksinç buluyor. Onları sisteme dahil etmiyor ama tamamen de yok edemiyor.
Belki de Rum abdalının hikayesi, evrensel bir hikayedir: Marjinalin, sınırda yaşayanın, kategorilere sığmayanın hikayesi. Ve bu hikaye, ne yazık ki, hep devam edecek gibi görünüyor.
## Tarihin Soru İşaretleri
Rum abdallarını anımsamak, geçmişe nostaljik bir bakış değildir. Aksine, bugüne dair eleştirel sorular sormaktır:
Hâlâ "öteki"yi nasıl yaratıyoruz? Hangi insanları görünmez kılıyoruz? Hangi hikayeleri anlatmıyoruz? Kategorilerimiz gerçeği mi yansıtıyor, yoksa onu mı şekillendiriyor?
Rum abdalı, tarihin bir dipnotudur belki. Ama bazen dipnotlar, ana metinden daha çok şey anlatır.
---
*Not: Bu yazıda kullanılan "Rum abdalı" ifadesi, tarihsel bir toplumsal tipi anlatmak için kullanılmıştır. Bugün yaşayan hiçbir etnik veya dini grubu kastermemektedir.*
Yorumlar
Yorum Gönder