babâîler

Anadolu’nun Vicdanı: Babâîler’in Yaşam Biçimi, Felsefesi ve Günümüze Yankısı

Tarihin tozlu sayfalarını araladığımızda, Anadolu’nun sessiz ama güçlü bir yankısı kulağımıza gelir: Babâîler.
Onlar, 13. yüzyılın yoksul Türkmen köylüleri, göçerleri, dervişleri ve inatçı özgürlükçüleriydi.
Bugün hâlâ bu topraklarda adalet, eşitlik ve vicdan konuşuluyorsa, o sesin kökleri Babâîler’in dağ başı cemlerinde, yoksul obalarında yankılanır.

Yaşam Biçimi: Ekmek Ortak, İnanç Serbest, İnsan Eşitti

Babâîler’in yaşamı bugünün gözünde neredeyse ütopyadır.
Ne devletin buyruğuna, ne sultanın vergisine, ne de şeyhin fetvasına boyun eğdiler.
Toprak onlar için “mülk” değil, kutsal bir emanetti; suyu, ekmeği, emeği paylaştılar.
Kadınla erkeğin aynı sofrada oturması, birlikte üretip birlikte karar vermesi, o çağın iktidar aklına meydan okumaktı.

Onların köylerinde zengin-yoksul ayrımı yoktu.
“Her canın hakkı birdir” der, aşlarını bölüşürlerdi.
Göçebe çadırlarında ve dağ köylerinde adalet yalnızca bir yasa değil, yaşamın özüydü.
Baba İlyas ve Baba İshak’ın öğrettiği şey buydu:

> “İnsanı sevmek, Tanrı’yı sevmektir. Halkı sömürmek, Tanrı’yı inkâr etmektir.”



Bu yüzden Selçuklu sarayı, onların yaktığı ışığı “fitne” diye damgaladı.
Oysa Babâîler, sarayın gölgesinde değil, halkın vicdanında yürüyordu.


---

Felsefeleri: Halkın Adaletinde Tanrısal Bir Özgürlük

Babâî düşüncesinin özünde iki temel vardı: eşitlik ve özgürlük.
Ama bu özgürlük, modern anlamda bireycilik değil; toplumsal dayanışmaya dayalı bir özgürlüktü.
“Tanrı her yerdedir” diyerek kutsallığı insana, doğaya ve emeğe yaydılar.

Bu anlayış, dünyevi otoriteyi değil, içsel vicdanı esas alıyordu.
Şekilci dinin kalıplarını reddedip, özdeki hakikati aradılar.
Bu yüzden Babâîler, yalnızca ekonomik düzene değil, dinsel hiyerarşiye de başkaldırdılar.

Onların felsefesi;

Komünal bir paylaşım,

Mülkiyetsiz bir üretim,

Ruhsal eşitlik,

Ve adalet temelli bir toplum düşüydü.


Bugün buna başka bir isim verilirdi: halkçı mistik anarşizm.
Ama o çağda Babâîlikti; Anadolu’nun kendi diliyle, kendi sezgisiyle, kendi adaletiyle bir felsefe.


---

Günümüze Yansıması: Sönmeyen Kıvılcım

Babâîler 1240’ta kılıçla bastırıldı, ama düşünceleri hiçbir zaman ölmedi.
O ruh, 15. yüzyılda Şeyh Bedreddin’in “Yarin yanağından gayri her şey ortak” diyen sözünde yeniden doğdu.
Sonra Pir Sultan Abdal’ın “Şeriatın kestiği parmak acımaz mı?” haykırışında yankılandı.
Ve bugün, doğayı savunan, emeği kutsayan, halkın adaletini arayan her yürek, aslında Babâîlerin torunudur.

Çünkü Babâîler bize şunu miras bıraktı:

> “Gerçek adalet, sarayda değil; halkın sofrasında başlar.”



Günümüzün beton şehirlerinde, adaletsiz düzeninde, Babâîlerin çoban ateşi hâlâ sönmedi.
O ateş, modern dünyanın ortasında bile bize şunu hatırlatıyor:
Eğer bir toplumun vicdanı susturulmuşsa, en yoksulun duası en güçlü haykırıştır.


---

Son Söz

Babâîler, Anadolu’nun ilk devrimcileriydi.
Ama onların devrimi silahla değil, ekmekle, sevgiyle, paylaşmayla yapıldı.
Onların felsefesi ne sadece diniydi ne de sadece politik;
bir yaşam ahlakıydı:
İnsanı Tanrı kadar kutsal sayan, adaleti mülkün değil halkın temeli yapan bir ahlak.

Bugün bu ülkenin her köyünde, her direnişinde, her vicdanlı sesinde hâlâ o felsefenin yankısı duyulur:
Babâîler, Anadolu’nun vicdanıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

derin sistemik kriz

kapital, ekolojik sosyalizm 7

insanlığın yol haritası giriş