Türk Ocakları'nın hikayesi

# Türk Ocakları: Unutturulan Kuruluş Hikâyesi

**Tarih ders kitaplarında bize anlatılanla gerçekte yaşananlar arasında bazen uçurumlar olur. Türk Ocakları'nın kuruluş hikâyesi de bunlardan biri.**

---

25 Mart 1912. Balkan Savaşları'nın yaralarının henüz taze olduğu bir dönemde, İstanbul'da bir avuç aydın, subay ve bürokrat bir araya gelip "Türk Ocakları"nı kuruyor. Resmi tarih bize ne anlatır? "Türk kültürünü geliştirmek, milletin manevi birliğini sağlamak için kurulmuş bir kültür kurumu." Nokta.

Peki gerçek bu kadar basit mi?

## Kimse Açıklamaz: İmparatorluk Neden Türkleşiyor?

Şunu soralım kendimize: 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu neden birden "Türk" olmaya karar veriyor? Daha dün "Osmanlıcılık" diyorduk, evvelsi gün "İslamcılık"... Şimdi niye "Türkçülük"?

Cevap soğuk ekonomi-politikte gizli.

1912'de Osmanlı ekonomisi çoktan bitmiş. Devletin borçları gelirlerinin kat be kat üstünde. Düyun-u Umumiye denen kurum Avrupa'nın tahsilat şirketi gibi çalışıyor. Tütün tekeli? Onların. Tuz tekeli? Onların. Gümrük gelirleri? Yine onların. Devlet kendi topraklarında bile vergi toplayamıyor, alacaklılar toplayıp götürüyor.

Ama asıl sorun başka: Ticaretin, finansın, sanayinin neredeyse tamamı gayrimüslim azınlıkların elinde. İstanbul'da büyük tüccarların yüzde 90'ı Rum, Ermeni, Yahudi. Müslüman-Türk nüfus kocaman bir köylü kitlesinden ibaret. Üstelik bu köylüler de topraksız, borçlu, perişan.

İttihat ve Terakki'nin kadrolarına bakın: Harbiye mezunu subaylar, Mülkiye mezunu memurlar, küçük burjuva aydınlar... Batılı eğitim almış, modernleşmeci, ama yukarıya çıkamıyor. Neden? Çünkü ekonomik güç başka ellerde.

## Balkan Şoku ve İdeolojik Dönüş

Sonra Balkan Savaşları patlıyor. Beş asırlık Rumeli toprakları bir çırpıda kaybediliyor. Makedonya gidiyor, Arnavutluk gidiyor, Selanik gidiyor. 400 bin mülteci Anadolu'ya akıyor. İmparatorluk yüzde 40 küçülüyor.

Ve dehşet verici bir gerçekle yüzleşiyorlar: Osmanlıcılık öldü. "Osmanlı vatandaşlığı" diye bir şey yok artık. Balkanlardaki Hristiyanlar ulusal devletlerini kurdular, gittiler. İslamcılık da yetmiyor çünkü Araplar, Arnavutlar bile milliyetçileşmeye başladı.

O zaman ne kalıyor? "Sadece Türkler kaldı" algısı.

İşte Türk Ocakları tam bu travmatik kırılma noktasında kuruluyor.

## Ziya Gökalp'in Üç Kelimesi, Bir Proje

"Türkleştirmek, İslamlaştırmak, Muasırlaştırmak."

Ziya Gökalp'in bu üçlü formülü ders kitaplarında hep romantik bir modernleşme projesi gibi anlatılır. Ama aralarındaki hiyerarşiye dikkat edin: **Türkleştirmek** birinci sırada. Diğer ikisi araç.

İslamlaştırma ne için? Kürtleri, Arapları, Çerkesleri, Lazları "Türk" kimliği altında eritmek için. Hepsi Müslüman ya, o zaman din üzerinden birleştirelim ama hepsine "Türk" diyelim.

Muasırlaştırma ne için? Avrupa'nın ulus-devlet modelini kopya etmek için. Homojen millet yaratmak için. Farklılıkları eritmek için.

Gökalp, Fransız sosyolog Durkheim'dan öğrendiği "modern toplum" kavramını kendi milliyetçi projesine uyarlıyor. Ama Durkheim'ın "çoğulcu dayanışma" fikri Gökalp'te "homojen ulus" projesine dönüşüyor.

## Konferans Salonlarında Neler Konuşuluyordu?

Türk Ocakları'nın konferans salonlarına girseydiniz o yıllarda ne duyardınız?

"Türk ırkı", "Türk tarihi", "Türk dili", "Türk kültürü"... Her şey Türk. Hititlerin Türk olduğu, Sümerlerin Türk olduğu, bütün medeniyetlerin Orta Asya'dan çıktığı anlatılıyor. Ergenekon destanları, bozkurt mitleri, ırksal üstünlük söylemleri...

Bugün bunları duyunca "abartılı milliyetçilik" deyip geçebiliriz. Ama o gençlere ne anlatılıyordu gerçekte? "Anadolu'nun asıl sahipleri Türklerdir, buradaki diğer unsurlar ya asimile olacak ya da gidecek."

Ve gittiler.

## "Milli İktisat" Adı Altında Tasfiye

1913'ten itibaren başlayan "Teşvik-i Sanayi" politikaları, "yerli malı" kampanyaları, "Milli İktisat" söylemleri... Resmi tarih bunları "ekonomik bağımsızlık mücadelesi" diye anlatır.

Ama gerçekte ne oluyordu?

Rum dükkânlarına boykotlar, Ermeni tüccarlara saldırılar, gayrimüslim esnafa sistematik baskı... "Türk burjuvazisi" yaratma projesi, başkalarının tasfiyesi üzerinden ilerliyordu.

1915 Ermeni tehciri sırasında el konulan mallar, mülkler, işletmeler kimlere devredildi? 1922 Rum mübadelesinde boşalan dükkânları kim aldı? "Milli sermaye" böyle doğdu. Vurgunculuk, gasplar, zorla el koyma...

Ve sonuç? Gerçek bir burjuvazi doğmadı. Devlet kapitalizmi ve bürokrat zenginleri doğdu.

## Fasizm Değil miydi Peki Bu?

1920'ler... İtalya'da Mussolini, Almanya'da Hitler yükselirken, benzer bir ideoloji Türkiye'de de şekilleniyordu. Tabii o zamanlar "faşizm" kelimesi henüz kötü bir şey değildi. Modernleşme, güçlü devlet, disiplin, homojen ulus... Çağdaş sayılıyordu bunlar.

Ama içerik neydi?
- Tek bir ulus miti
- Güçlü, sorgulanamaz devlet
- Homojen toplum hayali
- Düşman yaratma ihtiyacı (azınlıklar, komünistler, gerici)
- Otoriter liderlik

Türk Ocakları'nın ideolojisi ile faşizmin ideolojisi arasındaki farkı görüyor musunuz? Ben göremiyorum.

## Kemalizm Neden Kapattı Ocakları?

1931'de Türk Ocakları kapatılıp Halkevleri'ne dönüştürülürken resmi gerekçe "görevini tamamladı" oldu. Gülersiniz.

Gerçek sebep başkaydı: Tek parti rejimi, kontrolünde olmayan hiçbir örgütlenmeye tahammül etmiyordu. Türk Ocakları çok özerk, çok "sivil", çok etkili hale gelmişti. Oysa Kemalist iktidar her şeyi merkezden, yukarıdan, bürokratik olarak kontrol etmek istiyordu.

Halkevleri tam da bu işi gördü: CHP'nin mahalle örgütlenmesi gibi çalıştı, ideolojik indoktrinasyon daha sistematik hale geldi.

## Bugüne Kalan Miras

Peki neden anlatıyorum bunları? Geçmişte kalmış bir tarih meselesi değil mi?

Hayır. Bugünkü Türkiye'deki birçok sorunun kökü tam da o yıllarda atılan ideolojik temellerde:

- Kürt sorunu: "Türk kimliği" dayatmasının sonucu
- Alevi sorunu: "Sünni-Türk" sentezinin dışlayıcılığı
- Azınlık hakları: "Homojen ulus" obsesyonunun mirası  
- Milliyetçi-muhafazakâr siyaset: Türk Ocakları'nın ideolojik altyapısı

Ayşe Hür gibi eleştirel tarihçilerin yaptığı şey basit: Resmi tarihin pompöz anlatımını soyup gerçeği göstermek. Türk Ocakları bir "kültür kurumu" değildi. Etnik temizliğin ideolojik ayağıydı, sınıfsal bir projenin propaganda aracıydı, homojen ulus yaratma obsesyonunun enstitüsüydü.

Bunu kabul etmek acı verir. Ama tarihi anlamanın tek yolu bu: Güzelleştirmeden, kahramanlaştırmadan, gerçeklerle yüzleşerek.

Sonuçta tarih ders vermez diyorlar. Ama öğrenmek isteyene öğretir. Yeter ki doğru yerde arayalım.

---

*"Geçmiş bizim için ne kadar acı verici olursa olsun, onu bilmek zorundayız. Çünkü bilmediğimiz geçmiş, bugünümüzü zehirler."*

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

derin sistemik kriz

kapital, ekolojik sosyalizm 7

insanlığın yol haritası giriş